16 Şubat 2010 Salı

Vergi?

Bazen her şey etrafımda dönüyormuş gibi hissediyorum. Arkadaşlarımla arkadaşlarım, arkadaşlarımın arkadaşlarıyla ben. Çember bir daralıp bir genişliyor. Bir gün tek başınayım, bir gün kalabalık. Yalnızlığın coşkusunu, dolu doluluğunu da yaşıyorum, kalabalığın neşesini, enerjisini, kimsesizliğini de. Müzik sesim, doğa gözüm oluyor, bedenimse bütün. Kahkahamda hüzün, gözyaşımda mutluluk olabiliyor. Geceler bana yakın, benden yana. Yıldızlarla parlıyor gözbebeklerim, ayla aydınlanıyor fikirlerim. Güneşle günün getireceklerine hazırlanırken, gece kendimle buluşuyorum. Seher vakti gözkapaklarım kapanmaya başlıyor, direnebildiğim yere kadar direniyorum. Seviyorum sessizliği. Sonrası sıcak yatağım ve kedim. Sabah ya da öğlen çalan telefonlara bazen bakıyor, bazen bakmıyorum. Yatakta öylece bırakıyorum kendimi. Sırtüstü yatıp düşüncesiz düşüncelere dalmışlığım kedimin dışarı çıkma ısrarlarıyla son buluyor. Kalkıyorum. Kahretsin yine önce bilgisayarı açıyorum. Hafif bir atıştırmayla birlikte Türk kahvemi pişiriyorum. Ardından saatlerce bilgisayarın karşısında oturuyorum. Facebook, twitter, gmail, blogger derken olduğum yerden uzaklaşıyorum. Bilgisayarın içinde birbirine uzaktan bakan bir sürü insan. Birbirimizin içini okumaya çalışıyoruz. Kim kaç dakika önce girmiş, kim ne yazmış. Hele bir de hoşlandığım, beğendiğim ya da merak ettiğim birini takip ediyorsam yandım demektir. Uyku olmadığı gibi huzur da yok. Hep bir beklenti... Ne zaman ki beklentilerden ve internetten uzaklaşıyorum o zaman hayatın bana getirdiklerini daha yakınımda hissediyorum. Kendimden, olmak istediğimden yana oluyorum. Sevdiklerimin, özlediklerimin, değer verdiklerimin bana verdiklerini; kendi beklentileri, kendi öğrendikleri olarak görebiliyorum. Ben her şeyi lehime çevirmeye çalışıyorum. Beni kötü ya da iyi etkileyebileceğini düşündüğüm her şey tam da yanımda, düşünemediklerim yarınların sürprizleri. Onları uzağıma atmadım ki bana dost, benimle birlik, bütün olsunlar, birlikte çiçek açalım. Yazılarımın bazılarını okuyanlar ‘pozitif’ olarak değerlendiriyor. Aslında çok negatif olanları da var. Onları herkesle paylaşmıyorum. Çünkü neyi yaşamak istiyorsam, onu derinlemesine hissediyorum. Eeee bile bile lades deyip, karanlık bir yere doğru mu gideyim? Gittiğim olmuyor değil ama hiç mutlu döndüğümü hatırlamıyorum. İçimde bunca yıl beni yoran parçalarımla barıştım. Meğer ne haksızlıklar ediyormuşum kendime.

Yanımda hep bir içeceğim var. Şu an sıcak çikolata. Su her zaman. Bir de müzik. Devotchka çalıyor, ‘Basso profundo’. Bu şarkıyı seviyorum. Ritmi yazarkenki hızımı yönetiyor. Müzikle iç içe olmak bana müthiş bir enerji verdi. Hayatıma, yazdıklarıma. O enerjiyle; çiçeği görünce koklamayı, koklayınca tatmayı, tadınca hissetmeyi, hissedince duymayı öğrendim. Beş duyumu -5 olarak da yaşamıştım, bazen bile bile yine yaşıyorum. Aklım uçup gitmiyor değil, yuvasına dönüyorsa dimdik karşısındayım. Ha dönmüyorsa peşinden gidilecek bir şeyler var demektir. O halde gidiyorum. Sürüklendiklerim, sürükleneceklerimin vergisi olmasın.

3 yorum:

  1. Bu yazı süper. Bundan oncekiler de öyle. Yazdikca daha da iyi oluyor. Demek ki daha çok yazmalısın. :-) ufuk

    YanıtlaSil
  2. Yaşadıkların yaşattıklarının katma değer vergisi olsun. Bu yazıyla bana hissettirdiklerin sana katma değer vergisi olarak geri dönecektir.Öpüyorum çok, şahanesin:)

    YanıtlaSil
  3. Sorumluluklar bu gün erken uyandırdı bizleri.
    Gittiğimiz yer ile, geldiğimiz yerin çoğu zaman aynı olma gerçeğine, sessiz çırpınışlarımış katılıyor. İnkar ediyoruz; toplumun bize biçtiği rolden güç alarak, kötü anılarımızı. Senin de söylediğin gibi, negatifler belkide daha uzaklar da tutulmalı. Barışmalıyız, bütün dikenli parçalarızla. Ve anlaşılan, sen çoktan başlamışsın bile buna.
    Umarım, yazıların da bizleri barıştırır kendimizle...

    YanıtlaSil